18 Mayıs 2011 Çarşamba

stop that train i'm leavin (*)


üstümden bir duman geçiyor
sırtımı dolanıyor zarif çizgilerle karanlık

her nefes verişimde şişmanlıyor düşmanım
her adımımla hava biraz daha kararıyor

beklemiyorum,
içimdeki odunların kayboluşuna saygısızlık olur bu zira

yalnızca dinliyorum.
düdüğü çalan benim izinsiz kaçan bulutlara

kimseyi taşıdığım için değil dolanışım,
aksine tesellisiyim ben kimsesiz kasabaların

bir heyecan taşımıyor hikayem.
açları doyursun diye yazılmadı o.

ne ben bıktım dolanmaktan,
ne bir bekleyen vardı aslında.

ben doğmadan çok önce kurumuştu umutlar
yeşermesi için suya değil süte ihtiyacı vardı onların

ırmaklar yalnız bırakmıştı bizi çünkü
sokaklar ve dağlar anne diyordu çünkü

seninle konuşacaklarım var diyenler
bir daha gelmemek üzere gidiyordu o an.

uzaklara değil ama. bilinmeze belki ama,
uzaklara değil.

zira yurtsuzlar için uzak yoktur.
bir eski vardır yalnızca, bir de yol.

--------

* Bob Marley

4 Mayıs 2011 Çarşamba

tatlı rüyalar

Bunun üzerine Çılgınçocuk, balkonun köşesine tünemiş olan Bedo'ya sordu: "Madem öyle, söyle bakalım; hergün karşısına geçip ömrümüzü biraz daha öldürdüğümüz televizyon denen şu dalgayı iki bin sene önce yaşamış bir insana nasıl anlatırdın? Yalnız unutma, onların anlayacağı şekilde olması lazım kuracağın cümlelerin ve seçeceğin kelimelerin."

Bedo gülümsedi. demek dayısı onunla oyun oynamak istiyordu. beyin jimnastiğini oldum olası sevmişti ikisi de. sigaranın yanında da ayrı bir iyi giderdi bu tür muhabbetler. yalan yok.... Bedo dönüp baktı dayısına. "iki bin yıl önce ha? hımm..." dedi ve bir iki nefes çekti dayısından otlandığı kemıl dan. sonra başını tekrar kaldırdı ve şöyle söyledi :

"pencereyi biliyorlardı muhtemelen. camı da. öyleyse şöyle derdim: nasıl rüyada sarıyorsa bizi Melekler yahut yakalıyorsa Şeytanlar, öylece yakalamak mümkün olacak gündüzün insanı. her evin duvarlarından birinde yahut birkaçında aynalar olacak. ve bu aynaların camında durmak bilmeyen rüyalar gösterilecek insanlara. dahası da var. rüyalardan da etkili olacak bu yeni vizyonlar. bu camın içerisinde ne görürse görsün inanacak insanoğlu.

inanmayı reddedenler de olacak elbet. belki biraz daha akıllı olduklarını da düşünecekler. ve başkalarının boyunduruğunu reddedip yüz çevirecekler aynaya. ama sonra güce hayır diyemeyip onlar da kendi rüyalarını yansıtacaklar cama, böylece onlar da daha zeki veya daha uyanık olduklarını düşünenleri uyutacaklar. yani kendileri gibi düşünenleri, "bakın biz de sizin gibi baş kaldırıyoruz" diyerek.

daha garibi, başkalarını uyuttuklarını düşünürken onlar da uyutulacaklar. camın ne tarafında olduklarının bir önemi yok, camın varlığından pay çıkaran herkes bir parçası haline gelecek yavaşça.başkaldırdıklarını düşünerek oynatılacaklar. bütün bunlar, vizyonlar tüm dünyaya hakim olana dek sürüp gidecek." diye cevap verdi.

sonra üşüdüler ve televizyonlu odanın sıcaklığına sığınmak üzere içeri geçtiler. konuşuyorlardı, doğruyu söylüyorlar, biliyorlar, ama anlamıyorlardı. ve iki bin yıl değil, daha iki dakika önce yaşamıştılar gerçeği.

3 Mayıs 2011 Salı

ihtiras, erdem ve tövbesizler.

ben günahkar bir adamım. günahım hırsızlık değil fakat. zina yapmış, içki içmiş, kumar oynamış da değilim hayatımda. ben günahkar bir adamım; çünkü erdemlerimden başka hatırladığım hiçbir kiremit yok hafızamın damında.

ne sağanak yağmurlar gördü bu dam; ne yıldırımlar indi üstüne, ne ağaçlar yıkıldı! anlatmakla bitmez. ve hep aynı oldu benim yaptığım. her seferinde bizzat çıktım dama. kırılmış kiremitlerim için yaş döktüm; ki zaten ıslaktılar. melekler ağlıyordu; biliyorlardı onlardan biraz sonra bir daha hiç kullanılmamak üzere kurtulacağımı.

yeni, yepyeni kiremitler gelecekti yerlerine. günahlarım gibi kırık dökük, onlar gibi her yağmurda içeriyi ıslatacak biçimde olmayacaklardı. hatırlatmayacaklardı kendilerini her sonbaharda. ne zaman mutlu bir çift görsem bir iç çekmeme neden olmayacaklardı. orada bulunduklarını bilmeme dahi gerek olmayacaktı. günahlarım için ağlamadım değil; ama bu onları bir daha hatırlamamak üzere unutmama engel olmadı. yerlerine erdemlerimi koyup yeryüzünde gezen birkaç havariden biri gibi hissetmeme de engel olmadı utanmadan.

bana baktıkça günahlarını hatırlayacaklar, pişmanlıklarını... kimisi melek rolü oynayacak belki kıskanıp. yahut kimi protesto edecek, "ben buyum!" diyecek pişmanlığını en derinine gömmüş olduğu pervasızlığıyla. ya ben ne yapacağım? ne zaman yüzleşeceğim çehremin cehenneme yakın tarafıyla? ne zaman yanacak gözlerim günahlarıma kapanmanın cezasını çekmek üzere? orasını bilemem. ama korkarım ne yalancılar yanacak ne de cahiller, benim gibi tövbesizlerin yandığı kadar...

Einst hattest du Leidenschaften und nanntest sie böse. Aber jetzt hast
du nur noch deine Tugenden: die wuchsen aus deinen Leidenschaften.*

Bir zamanlar ihtirasların vardı ve onların kötü olduğunu söylerdin. Ama şimdi yalnızca Erdemlerin var: senin ihtiraslarından doğdular.

---
(*) Friedrich Nietzche, a.g.e.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Zerdüşt, Almanya, Ben ve geridekiler.

30 yaşında ayrılmış Zerdüşt yurdundan.
dağlara çekildiğinde 30 yıllık bir özlem barındırıyormuş kalbinde.
bu özleme karşılık yapılan uzun bir gözlem süreci de var tabi.
ve dolmak var işin ucunda. kusacak kadar zenginleşmek...

Siehe! Dieser Becher will wieder leer werden, und Zarathustra will
wieder Mensch werden."
- Also begann Zarathustra's Untergang.*

Bak! Bu Bardak tekrar boşalacak, ve Zerdüşt tekrar insan olacak.
-Böyle başladı Zerdüşt'ün çöküşü.

ya sonra ne oluyor dersiniz?
şehir yoluna vuruyor kendini
ve önce ermişle karşılaşıyor.
onu Tanrı'ya dua ederken buluyor ve kısa kesip ayrılıyor yanından.
Zira bilmiyor hala Tanrı'nın çoktan ölmüş olduğunu adam ve Zerdüşt de
bildirmek istemiyor ona.

sonra ben giriyorum araya. ve 25 sayfa daha okuyorum.
iki - üç güne kalmaz Almanya yolcusu olurum. Nietzche'nin memleketine düşer yolum...
ama ondan önce birkaç arkadaşımı, ve arkadaşlarımın arkadaşlarını görmeliyim.
ne de olsa seviyorum insanları. ve iyi geliyor onların da beni sevdiğini ummak sanırım.
hala kendini sevdirip sevdiremediğini kontrol etmek 20 yaşında biri için normal değil belki.
ama ben de orta yaş bunalımından başka bir şeyler olması gerektiğini düşünüp rahatlayabiliyorum hala.

bırakıyor derken birkaç lahza kalıyor dememek olmaz ermişin yanında.
onun geçen kısa diyaloğunda :

Wie im Meere lebtest du in der Einsamkeit, und das Meer trug dich.
Wehe, du willst an's Land steigen? Wehe, du willst deinen Leib wieder
selber schleppen?
Zarathustra antwortete: "Ich liebe die Menschen."
Warum, sagte der Heilige, gieng ich doch in den Wald und die Einöde?
War es nicht, weil ich die Menschen allzu sehr liebte?
Jetzt liebe ich Gott: die Menschen liebe ich nicht. Der Mensch ist mir
eine zu unvollkommene Sache. Liebe zum Menschen würde mich umbringen.
Zarathustra antwortete: "Was sprach ich von Liebe! Ich bringe den
Menschen ein Geschenk."*

Bir denizin içinde gibi yaşadın yalnızlığın içinde, ve deniz taşıdı seni.
Vay be, karaya çıkmak istersin ha? Vay be, cesedini yine sürüklemek istersin ha?
Zerdüşt cevap verdi: "Ben insanları seviyorum."
"Neden" dedi Ermiş, "Neden gittim ben ormanın içine ve çöle?"
"Bütün bunlar insanları çok sevdiğim için değil miydi?"
"Artık Tanrıyı seviyorum ben. : Sevmiyorum insanları. İnsan benim için fazlasıyla eksik bir şey. İnsanlara duyulacak aşk öldürürdü beni."
Zerdüşt cevap verdi : "Ben aşk üzerine ne demişim ki? Ben insanlara bir hediye götürüyorum."

böyle bir adam işte Zerdüşt. Ermiş ne kadar öyle ise, Zerdüşt de bu kadar böyle. Zerdüşt öğrenmek için çıkıyor dağa. Ermiş ise öğrenmiş olduğu için. İlk bakışta ne kadar benzer görünürseler görünsünler, gerçek bununla sınırlı. bu yüzden uzak duruyor insanlardan ermiş. ama merak etmeyin, çok sürmeyecek Zerdüşt'ün de onları tanıması. ne de olsa birine hediye vermek onu tanımanın iyi yollarından biridir.

bu arada bendeniz de yeni insanlarla tanışıyor. Allah'ınkulu'nun okuluna gidiyor ve bir dizi muhabbetlere katılıyor boğaz kenarında. açlığının farkına varıyor bir kez daha. dolu dizgin saldırıyor insanlara birkaç kelime daha koparabilsem diye. onlar da bonkörler 7 aydır Alman denilen minimalist yaşam formunun muhabbetsizliğine maruz kalmış gariban gence karşı. bilhassa Allah'ınkulu ve Motosikletlikız . uzun uzun gırgırlardan sonra Allah'ınkulu, Motosikletlikız'a Bedo'nun her telden çalabileceği fikrini aşılıyor ve grup halinde fıkradan düşünceye bir boyut aşılıyor. öyle olup olmadığını anlamanın bir yolu var: "bir anahtar kelime rica edeyim" diyor Bedo. Motosikletlikız da söyleneni yapıp "Sevgi" üzerine konuşmasını istiyor delikanlının.

delikanlının düşük çenesi korkuyor başta bilmediği sularda yüzmekten, ama merak ediyor yine de neler yapabileceğini. başlıyor şakımaya. Hegel'den giriyor utanmadan, meydan nispeten boş zira. etli sütlüye pek de dokunmadan diyalektiktir, tezdir, antitezdir, sentezdir anlatıveriyor dili döndüğünce.

aşkı bir tekamül süreci olmakla özetleyen bir ezberden yola çıkıyor üstelik. ama öyle pek tepki çekmiyor bu davranışı. nasıl aşık olunur da kendine yabancılaşılır onu anlatıyor arkadaşlarına . "sonra yokolur" diyor "maşuğun içinde aşık. ve tam o noktada kendini alır avcunun içine. belki de ilk defa kendi kontrolü ondadır, zira aşıktır ve aşık olmayı o seçmiştir, ve iradenin kalan parçalarının hiçbiri onun için birer ayakbağı değildir artık. dünyadan geçmiş, serdengeçmiştir o artık. ne acıkan karnı derttir onun için artık, ne de kuduz şehveti belirler atacağı bir sonraki adımı. yalnızca onundur: Kafka'nın dediği doğru çıkar: "Almanca da 'sein' kelimesinin iki anlamı vardır: 1- Var olmak 2- Onun olmak"**

işte bunlardan bahsediyor Bedo ve ömründe bir kez olsun herhangi bir soru soruyor ona: Motosikletlikız diyor ki : "madem öyle kimdir hiç aşık olamayacak kişi?" Bedo'nun kaşları yine çatılıyor ama mutlu bu defa, dışına belli etmese de. bir süre düşünüyor ve başını kaldırıp bakıyor kıza doğru. "kim ise kendini hor görüp başkasını beğenemeyecek olan, kim ise daha güzele doğru atacak tek bir adımının dahi kalmadığını düşünen, odur o talihsiz derim ben."

bak bu kitapta bir şey yazıyordu onunla ilgili diyor ve çıkartıyor çantasından gözü gibi baktığı Zerdüşt'ü. ama gözünün önündeki satırı bulamıyor. ve soğuktan üşüyor Allah'ınkulu. içeriye geçiyorlar hızla. Bedo kafası karışık bir biçimde takip ediyor onları. belki gemide bulurum diyor o sayfayı. yahut bir blog sayfasına yazarım belki arayıp bulur merak edenler diye.

---
(*) Also Spricht Zarathustra , Freidrich Nietzche
(**) Aforizmalar , Franz Kafka

bu sefer olur mu lan acep?

yapacağım efendim. evet yapacağım inşallah.
her ne kadar kendimden ölümüne tiksinmeme yol açacak olsa da gelecekte bu yazılar,
her ne kadar değiştirmek isteyecek olsam da her okuyuşumda, silmeden ve değiştirmeden yazacağım ne görüyor, ne okuyorsam.